Çocuğunuzla İlişkinizdeki En Önemli Anahtar Nedir?

İnsan ömründe bebeklik dönemi bazı kaynaklara göre 0-2, bazı kaynaklara göre ise 0-1 yaş aralığındadır. Biz buna kabaca “doğumla beraber, yürüyüp kendini az da olsa ifade edebilmeye başladığı döneme kadar” şeklinde yorumlayabiliriz. Yani birçoğumuz için bu dönem, çocuğun sadece karnının doyurulup altının temiz tutulmasından ibaret olan bir zaman dilimi. O süreçte etrafta olan bitenden çocuğun pek de haberinin olmayacağı, temel bakım ihtiyaçları karşılandıktan sonra geri kalanın çok da önemli olmadığının düşünüldüğü bir dönem. Halbuki çocuk psikolojisi alanında uzmanlaşmış isimler bunun tam tersini söylüyor.

Gerçekten böyle mi olduğu yoksa bu gelişim ve değişim sürecinin bir ömür boyu devam mı ettiği o zamanlardan bu zamanlara kadar hala tartışılan bir konu. Fakat herkesin buluştuğu ortak nokta, yaşamın ilk yıllarının, aksi iddia edilemeyecek kadar önemli olduğu…

Bir çocuğun ruhsal yapı taşlarının ilk oluştuğu dönemin aslında doğumdan da önce başladığını söylemek pek de yanlış olmaz. Gelen bir danışanım hakkında bilgi alırken, istenen ya da sürpriz gelen bir bebek mi olduğu, annenin hamilelik süreci, ismini kimin koyduğu ve anlamı mutlaka sorduğum sorular arasında yer alır. Çünkü bütün bu soruların cevabı, çocuğun anne babanın zihninde oluşan bir tasarımla dünyaya geldiğini gösterir bana. Sonra bu çocuk o tasarıma uygun bir yapıda devam eder ya da etmez. Bazen sorunların başladığı yer de tam bu noktada olabilir.

Sonra çocuk dünyaya gelir ve gördüğü ilk şey annesinin yüzüdür. Annesinin yüzü, onun için geldiği bu dünyanın ilk anahtarıdır. Eğer anne onu sıcaklıkla, şefkatle, mutlulukla karşılarsa o anahtarı kullanıp bu dünyaya duygusal anlamda ilk adımlarını atar. Ama eğer annesinin yüzünde acıyı, hüznü, kederi görür ve etrafında da ona şefkati, sıcaklığı mutluluğu gösterecek başka hiç bir yüz de göremezse, o zaman o anahtarı hiç kullanmadan tamamen kendi dünyasına çekilir. Bununla beraber çocuğun hayatında düzelmesi oldukça uzun zaman alacak ilişki, iletişim sorunları ve gerçeklik algısında bozulmalar ortaya çıkar. Bu nedenle bebeklik dönemindeki ilk 4-6 ay, bebeğin dış dünyayla ilişki kurmasını sağlayacak en kritik dönemdir.

Bu dönem aynı zamanda anne için de oldukça zor bir dönemdir. Bebekli bir hayata alışmaya çalışmak her zaman aynı şefkat, sıcaklık ya da mutlulukla bebeğe yaklaşmayı kolaylaştırmayabilir. Bu dönemde esas olan bebeği “olabildiğince tutabilmek”tir. Yani her anne arada bir üzülür, kederlenir, yorulabilir. Bu zamanlarda bebeğiyle aynı sıcaklıkla ilgilenemeyebilir. Fakat bu dönemde bebeğin en temel ihtiyacı arada bir hüzünlense de çoğunlukla onun açlıktan, altının kirlenmesinden ya da yakınlık ihtiyacından kaynaklanan ağlamalarını dindirebilecek, onu sakinleştirebilecek bir annenin varlığıdır. Bu denge sağlandığında, çocuk için hem kendisi hem de içinde bulunduğu dünya daha güvenli hale gelir.

İkinci altı ay, bebeğin artık desteksiz oturabildiği, dış uyaranların daha çok dikkatini çektiği, ek gıdaya geçtiği bir dönemdir. Yani fiziksel olarak anneden kısmen daha bağımsızlaştığı bir dönemdir. Bu dönemde fiziksel anlamda başlayan bağımsızlık hallerinin ruhsal anlamda da başlaması gerekir. Yani annenin eğer imkanı varsa 1-2 saatliğine bebeğinden ayrılması ve sonra geri dönmesi gerekir. Bu bebeğe annenin arada bir uzaklaşabileceği ama sonrasında tekrar geri geleceğini tecrübe ettirir. Bu süreç, bebeğin yalnızlıkla, kaygıyla başedebilme ve annesinin yokluğunda annesini hayal ederek yaratıcılığını geliştirme becerilerini destekler. Uzanabildiği nesnelere ulaşabilme, ulaştığı nesneler arasındaki dokusal, tatsal, işitsel, görsel farklılıklar olması, ortadan kaybolan bir nesnenin tamamen yok olmadığı gibi temel işlevler bu dönemde öğrenilmeye başlar.

Sonuç olarak ilk bir yıla baktığımızda aslında “aman canım ne anlayacak el kadar çocuk” dediğimiz dönem içinde özgüven, merak, sosyal ilişki, gerçeklik algısı, hayalgücü, yaratıcılık becerisi, kaygıyla başedebilme gibi, bugün yetişkin olarak da olsa çoğu zaman zorlanabildiğimiz bir çok başlığın temellerinin atıldığını görebiliyoruz. Bebeğin yürümeye başlayıp kendini biraz daha rahat ifade edebilmesiyle beraber de bütün bu başlıkların altı, yeni tecrübelerle dolmaya devam ediyor. “Ay dur koşma, tutma, gitme” denen çocuk, hem kendine hem de çevreye güvenemeyip dolayısıyla da korkan bir çocuk haline gelebiliyor. Kaygı arttıkça da anneden ayrılmakta zorlanarak sosyal ilişki kurmakta da yetersiz kalabiliyor.

Buna benzer farklı çıkarımlar yapmak da mümkün elbette. Yaşanan birçok zorluk olabilir ve bunlar farklı ihtiyaçlardan kaynaklanıyor olabilir. Yaş büyüdükçe ve zorluklar kendini daha belirgin bir şekilde göstermeye başladıkça erken çocukluk dönemi, temelde yatan ihtiyacı anlayabilmemiz için, çocuğun dünyasını açacak bir anahtar haline gelir…

 

Uzm. Pedagog Zeynep TEMİZER ATALAR

 

Close

Sign in

Close

Cart (0)

Cart is empty No products in the cart.

Psikologia – Psikolojik Danışmanlık Merkezi

Üsküdar Psikolojik Danışmanlık Merkezi





film izle